AB’nin kararları Türkiye’ye savaş ilanı mı?
AVRUPA BİRLİĞİNİN TÜRKİYE İLE İLGİLİ KARARLARI BİR SAVAŞ İLANI MI?
Güncel bir konu hakkında hemen karar vermek, beraberinde yanılgı ve hataları da getirebilir. Acele verilmiş her karar hatalı olacak diye bir şey yok, ama itidal ve değerlendirmeler sonrası alınan kararlar, aceleyle verilecek tepki ve davranışlardan daha isabetli olacaktır. Bu bağlamda, güncel olayları tekil değerlendirmelere tabi tutmak yerine o vakanın, geçmiş ve günümüzde cereyan eden olaylarla bağlantılı olup olmadığını irdelemek gerekir.
Avrupa birliğinin Türkiye’yle ilgili kararları ile Yeni Zelanda da camilere yapılan terör saldırılarında ortaya çıkan bildirideki paralelliği gördükten sonra, ülkemize verilmek istenen mesajları daha net okuyabiliyoruz. Daha önceki yazılarda bahsettiğimiz Akdeniz’deki rezervler materyal batı için en büyük motivasyonu oluşturuyor. Bunun yanında demir İpekyolu projesi, Misak-ı Milli sınırlarının yeniden dillendirilmesi ve İslam coğrafyasındaki “henüz ete kemiğe bürünememiş olsa da” Türkiye’nin önderliğinde başlayan uyanış, sömürgeci devletleri telaşlandırmış durumda. Türkiye’nin geçmişten gelen gücünü çok iyi bilen Batı, bu gücümüzün farkına varmamamız için 100 yıldır büyük uğraşlar verdi. Askeri vesayetle, basın yayındaki yanlış ve yanlı haberlerle ve özellikle de eğitimi kendi kontrollerine alan Fulbright anlaşmasıyla gençliğimizi mankurtlaştırmayı denediler. Bu yolla yeni nesillerin, geçmişini, İslam coğrafyasındaki prestij ve gücünü, Türk dünyasına olan yakınlık ve etkisini, Afrika’daki itibarını bir süreliğine görememesini sağladılar. Bugün gelinen noktada ise bir kısım insanımızı mankurtlaştırmayı başarmalarına rağmen planlarının ayaklarına dolanmak üzere olduğu görülüyor. Nasıl mı?
***
Bizi öne sürülecek piyon gibi görüp Nato’ya aldılar, dalga geçip sömürülerine yeni kılıflar bulmak için hiç almayacakları Avrupa birliğinin kapısından içeri soktular. Başlangıçta her şey istedikleri gibiydi ama şimdi bu kurumlarla olan bağlantımız sebebiyle bizi doğrudan doğruya düşman sayamıyorlar. Sayamadıkları için direkt bir saldırı yapmaları da zor. Bu sebeple dolaylı yollardan saldırılar düzenliyorlar. Burada ardı kesilmeyen birçok saldırı sayarım size ama yazımız uzun olacağı için kısa kesiyorum. Bu saldırılardan en şiddetli olanları 15 Temmuz (Darbe) İşgal Girişimi ve Kaşıkçı cinayetiydi. 15 Temmuz’daki işgal planı tutmayınca Ağustos 2018’de bizim en zayıf, onlarınsa en güçlü olduğu nokta olan ekonomi üzerinden saldırdılar. Bunda da bir miktar başarı sağladılar ama saldırılarının püskürtüleceği anlaşılınca Kaşıkçı cinayetini üzerimize yıkmak ve bunu bahane ederek ellerindeki medya gücüyle yapacakları yoğun propaganda sonrası toptan ve güçlü bir ambargoyla bizi çökertmek istediler. Lakin Allah’ın işine bakın ki bu da ellerinde patladı. Bunda iyi işleyen istihbaratımızın katkısı olduğu gibi düşmanın silahıyla silahlanmayı öğreniyor olmamızın da etkisi var. Henüz istenilen düzeyde olmasa da dünya geneline yayın yapan medya organları oluşturmaya başladık ki bu bile kuru sıkı sallamalarının önüne geçiyor. Ekonomik saldırı hâlen devam etmekte ama ellerinde dişe dokunur bir done olmadığı için açıktan bir ambargo uygulayamamaktalar. Bu sebeple, yok “Ayasofya’yı açmayın” yok “Kıbrıs’tan çıkın” gibi tahrik edici sözlere başvuruyorlar. İçeriden gelen, Nato’dan çıkalım da görsünler, Ayasofya’yı açıp onlara bir ders verelim gibi söylemlerin ardında da onlar var. Bir hata edip bunları yapsak aradıkları fırsatı vermiş olacağız; ama kadim devlet kültürü olan milletimizin bu oyunlara geleceğini sanmıyorum. Hakeza şu an devletin başındakiler de bu oyunlara gülüp geçiyorlardır. Demem o ki kendi elleriyle bizi aldıkları kurumlar, şu an kendi ayaklarına dolaşıyor. Böylece gerçekleşmesi kaçınılmaz olan savaş için zaman kazanıyoruz.
***
Gelelim Suriyeliler meselesine; birçok kişi Suriyeliler üzerinden yapılan manipülasyon ve karalamalara kanıp “Neden bu Suriyelileri göndermiyoruz?” diye isyan ediyorlar. Kanaatimce bu konuya iki açıdan bakmak lazım. BİRİNCİSİ; Allah bize Ensar olabilme şansı vermiş. Belki onlara yaptığımız küçücük yardımlar, üzerimize birçok ilahi yardım ve ihsanların inmesine vesile oldu ve belki niceleri inecek. İKİNCİSİ; onların burada bulunmaları bizim Suriye’de yaptığımız ve yapacağımız harekatların meşruiyet zeminini oluşturuyor. Kim bilir belki ileride Suriye bölünecek ve biz sınırımıza yakın olan yerleri kontrol altına alıp o Suriyelileri oralara yerleştireceğiz. Belki de Afrin ve Cerablus’taki gibi güvenlik ve altyapısal eksikliklerini tamamladıktan sonra bile çekilmeyeceğiz. Bunun yerine Hatay örneğinde olduğu gibi bizim yönlendirme ve desteğimizde yapılacak bir referandumla ülkemize katılmalarını sağlayacağız. Belki de bu olasılıktır, Batının korkup aceleyle o bölgelerdeki demografik yapıyı değiştirmeye çalışmasının nedeni…
Sözün özü şu ki gerçekleşmesi kaçınılmaz olan enerji savaşlarından önce ekonomik bağımsızlık, teknolojik yeterlilik ve zihinsel hazırlığımızı yapmak için zamana ihtiyacımız var. Bu zamanı da Batının kurumlarından ayrılmayıp onları oyalayarak kazanabiliriz. Aksi takdirde topyekûn bir saldırı yapmak için bahane bulmakta zorlanmayacaklardır.
Lâkin şunu da eklemeliyim; Allah (Celle Celalühü), “zamanı insanlar arasında çeviririz” buyuruyor! Bu da 28 Şubat’la dibi görmüş olan milletimiz ve pek tabi ümmet için, diriliş ışığının yandığı ve Batının yıldızı kararırken bizimkinin parlamaya başladığı anlamına geliyor. Devlet ömürlerine göre kısa sayılabilecek şu sekiz on senede cereyan eden olayları gördükten sonra, böyle olacağını düşünüyor ve ümit etmenin ötesinde kati bir inanışla bunu bekliyorum…
- AB’nin kararları Türkiye’ye savaş ilanı mı? - 27 Mart 2019
- FARKLI BİR PENCEREDEN ÇANAKKALE RUHU - 17 Mart 2019
- NEGATİF DÜŞÜNCE VE KARAMSARLIK - 4 Şubat 2019